27 Mart 2012 Salı

Something The Lord Made (2004)

Ufak bir aradan sonra gene bir Cnbc-e filminizle karşınızdayım. Tv'de Dvd kuşağında yayınlanan bu film 2004 yılında Hbo için çekilen bir televizyon filmi. Televizyon filmi olmasına rağmen başrollerinde iki bilinen oyuncu Alan Rickman ve Mos Def yer alıyor. 


Film gerçek bir hikayeden esinleniyor ve 1930'larda Amerika'daki büyük bunalım sırasında cerrah Alfred Blalock'un yanında hademe olarak işe alınan siyahi Vivien Thomas'ın hikayesini anlatıyor. Blalock köpekler üzerinde deneyler yaparak kalp üzerine çalışan bir cerrah. Hademe olarak işe başlayan Thomas, kısa sürede çalışkanlığı ve cerrahiye yatkınlığı sayesinde hademelikten üst kademelere yükseliyor ve Blalock'un asistanı haline geliyor. Bu süreçte Thomas için her şey çok çabuk gelişiyor, hatta ilk başlarda biraz klişe olarak hemen zeki ve fakir gencin ilerleyişini izliyor gibi hissediyorsunuz. Fakat daha sonra film farklı bir yöne doğru kayıyor. Blalock'un kendi kliniğinde ilişkileri nispeten sorunsuz ilerlerken, Blalock'un Johns Hopkins'te baş cerrah olarak çalışmaya başlamasıyla, Thomas'ın o dönemde hala devam eden ırkçılıkla mücadele edişini izlemeye başlıyoruz. 


İkilinin Johns Hopkins'e geçmesi aslında Thomas için bir şanssızlık gibi görünürken, olaylar farklı bir hal alır ve ikili blue baby sendromu olarak bilinen (kalp damarlarındaki bir sorun yüzünden oksijen alamayan bebeklerin mavi görünüm kazanması) hastalığın tedavisi üzerine çalışmaya başlarlar. Blalock o zamanlar kalbe müdahale edilemeyeceği yönündeki inanca karşı çıkarak, gene köpekler üzerinde deneyler yapmaya başlar. Bu deneyler sırasında Thomas hastane personelinden kabul görmediği halde, Blalock'un vazgeçemediği ve hatta bazen ameliyatları dahi ona yaptırdığı asistanı haline gelir. Ki ilk bebek üzerindeki operasyonu Blalock yaparken, Thomas yüksek bir basamağın üzerinde durarak ona talimatlar verir. 


Thomas'ın bu büyük katkılarına rağmen ameliyatı yapan fotoğraflarda yer almaması, bugün kalp ameliyatlarında kullanılan bt şant'ın isminin Blalock ve ekipteki diğer bir doktor Taussig'den geliyor oluşu, o dönemdeki ırkçılığın boyutlarını anlamamıza yardımcı oluyor. Öyle ki hastanede tuvaletler bile men(white), men(colored) olarak ayrılıyor. Johns Hopkins gibi bir hastanede ve başarılı bilim insanlarının arasında bile bu denli ırkçılık olmasını, o dönemdeki insanların nasıl düşünüp neye göre böyle davrandıklarını anlamakta zorlanıyor insan. Hikaye buruk olsa da zaman ilerledikçe Thomas'ın hakkının verildiğini gördüğümüzde içimiz biraz rahatlıyor neyse ki. Bu kadar zor koşullarda bu kadar başarılı olmuş bir insanın hayat hikayesi için ve başarılı oyunculuklar için kesinlikle izlenmeye değer bir film...

2 Mart 2012 Cuma

Princes et princesses (2000)

Bu filmi nerde görüp merak edip arşivime katmışım hatırlamıyorum ama geçenlerde ilgimi çekti ve izledim. Michel Ocelot'un hikayesini yazıp yönettiği Fransız bir animasyon filmi. Fransızca dili bana itici gelmesine rağmen, filmin orjinalliği dilinin önüne geçiyordu. Filmde Fransız bir adam ve kadın, hayal ürünü ileri teknoloji bir makineyle düşündükleri hikayelerdeki karakterlerin kostümlerine bürünüyorlar ve bir yönetmen de onların bu hikayeyi anlatmasını sağlıyor. Bu üçlüden 6 tane orjinal hikaye izliyoruz, hikayeler ve film zaten kısa olduğu için fazla ipucu vermemek adına çok kısa bahsedicem hikayelerden.

Prenses ve Elmaslar

İlk hikaye kötü bir büyünün altındaki prensesi kurtarmak için, ormanda kaybolmuş elmasları toplaması gereken bir prens hakkında. İmkansız görünen bu görevi prensin nasıl gerçekleştirdiğini izliyoruz.


İncirci Çocuk

Bu hikaye eski Mısırda geçiyor ve incir ağacı yetiştirip onun üzerinde yaşayan incirci bir çocuğun, kışın mucizevi bir şekilde yetişen incirleri Mısır kraliçesine hediye edişini ve saraydaki kötü niyetli görevliler tarafından kıskanılışını anlatıyor.



Cadı

Kasaba halkının nefret ettiği ve kalesini işgal etmek istediği bir cadıyla sıradan bir kasabalının hikayesini izliyoruz.



Yaşlı Kadının Mantosu

Yaşlı bir kadının mantosunu çalmak isteyen kötü niyetli bir adamın, işler tam tersine döndüğünde neler yaptığını izliyoruz.



Zalim Kraliçe ve Kuşçu

Bu hikaye 3000 yılında yani gelecekte geçiyor ve zalim bir kraliçe ile bir Fabulo eğiticisinin hikayesini anlatıyor.

Prens ve Prenses

Hikayelerin belki de en ilginci bu sonuncu hikaye. Alışık olduğumuz prensesin kurbağayı öpünce prens olması hikayesine benzer olarak, bir prens ve prenses öpüştüğünde neler olduğunu izliyoruz.








Kısa bir yazı olacak ama daha fazla yazarsam filmi izlemenin çok da bir anlamı kalmayacağını düşünüyorum. Resimlerden de tahmin edebileceğiniz gibi, filmin animasyon tekniği de oldukça ilginç ve aslında bir açıdan bizim gölge oyunumuza benziyor. Fazla duyulmamış bu filmi izlemek isteyenlerle paylaşmak istedim. Bir başka filmde görüşmek üzere.

Straw Dogs (1971)

Filmleri içeriğini fazla bilmeden izlemeyi seviyorsanız, izledikten sonra okumanız tavsiye edilir.


Ne zamandır izlemek istediğim ama ancak geçen hafta izlemeye fırsat bulabildiğim bir film Straw Dogs. Aynı isimle 2011'de yeniden çekildi ve oyuncu kadrosuna muhteşem Alexandar Skarsgard'ı (True Blood'daki vampir Eric) dahil etti. Erkek güzelliğinin son soktası olan Alexandar'ı izlemek yerine eskisini tercih etmem yeniden yapımların genelde eskisinden daha iyi olmayacağını düşündüğüm için oldu.

Straw Dogs ismi Çinli filozof Lao-Tzu'nun "Heaven and earth are not humane, and regard the people as straw dogs." sözünden alınmış ve filmin doğasına gerçekten de çok uygun olmuş. Filmde, Amerika'nın karmaşasından uzakta sakince çalışmak için İngiltere'nin bir kasabasına yerleşen matematikçi David Sumner (Dustin Hoffman)  ve karısı Amy Sumner (Susan George), aslında karmaşanın tam ortasına düştüklerini anlarlar. Çünkü Amy, evlerinin yapı işinde çalışan işçilere fazla çekici gelmekte ve işçiler David'in zekasını ve zenginliğini kıskanıp karısı hakkında kötü düşüncelere kapılmaktadırlar. Filmin ilk bir saatinde David ve Amy'nin aralarındaki ilişkiye, işçilerle ufak tefek bir kaç gerginliklerine tanık oluruz. Ama bunlar haricinde çok da bir şey olmaz, hatta iki saatlik filmin neresinde yasaklanacak kadar şiddeti içerebileceğini merak etmeye başlarız. Ancak Amy'nin giysi dolaplarında, kaybettikleri kedilerinin ölüsünü askıya asılmış olarak bulmasıyla şiddetin ipuçları gelmeye başlar. Bu süreçte Amy David'e işçilerle konuşmasını söyler ama David kibar ve pısırık tavrını korur. Hatta işçilerle beraber ava çıkmayı bile göze alır. Filmin en etkileyici sahnelerinden birisi de işte bu esnada gerçekleşir. Av sırasında arkadaşlarının yanından ayrılan Charlie Venner, ki daha önce Amy'yle aralarında bir şeyler olmuş olabileceği mesajı verilmiştir, Amy'nin kapısını çalar ve içeri girmek ister.



Amy de adamı içeri alır ve içecek bir şeyler ikram eder. Fakat Charlie'nin amacının bu olmadığını yavaş yavaş anlamaya başlarız ve izlediğim en ilginç tecavüz/aşk sahnelerinden biri yaşanır. Burada gerçekten Susan George'un oyunculuğunun hakkını vermek gerek sanırım çünkü ilk başta tecavüz gibi gözükse de sahne devam ettikçe yaşananın bir yasak aşk sahnesi mi tecavüz mü olduğunu ayırt edememeye başlarız. 

David'in işçilerin kötü niyetlerini farketmesi için ise biraz daha zaman geçmesi gerekecektir. Zeka geriliğinden dolayı kasabadakiler tarafından dışlanan Niles'ın peşindeki işçiler, bir rastlantı sonucu David ve Amy'nin evine gelirler. Çünkü David Niles'a arabayla çarpmıştır ve doktor gelene kadar onu evinde barındırmak istemektedir. Kasaba halkı sadece Niles'ı almaya geldiklerini söyleseler de iş farklı bir boyut kazanır ve kanlı bir hal alır. Bu süreçte David'in de evini korumak için pısırık halinden, tek bir silahı olmasa bile evini silahlı adamlardan korumak için yaşadığı değişime tanık oluruz.

Aslında bu film, yönetmen Sam Peckinpah'ın çektiği western olmayan ilk filmiymiş, fakat 1984'ten 2002'ye kadar British Film Konseyi tarafından yasaklanmasına rağmen bir çok eleştirmen Straw Dogs'un yönetmenin en başarılı filmlerinden biri olduğu düşüncesinde. Dustin Hoffman'ın oyunculuğuna gelince söyleyecek fazla bir şey yok ama oyuncunun aslında şiddet içerikli filmlerde oynamak istememesine rağmen bu filmde sadece para için oynadığını bilince, insanın işini iyi yapınca hangi amaçla yaparsa yapsın farketmeyeceğini düşünüyor insan. Ne diyelim, aldığı paranın hakkını vermiş. Film sadece Hoffman'ın pısırık matematikçiden şiddet eylemlerinden zevk almaya başlayan adama dönüşmesini görmek için bile izlenebilir. Bunu izlerken, her insanın bastırılmış da olsa içinde bir yerlerde şiddet duygusunu taşıdığını ve bu yönüyle ne kadar medeni olmaya çalışırsa çalışsın, aslında içgüdüleriyle hareket eden bir hayvan olduğunu düşünmeden edemiyor insan. Son zamanlarda çekilen birbirinin aynı filmlerden sıkılanlara ilaç gibi gelecek. İzleyin...